Başka Dünyaların Haiku’ları – İbrahim Berksoy

1.
Başka Dünyalar…

Haiku, üç dizelik kısacık bir şiir türü. “Go-Shichi-Go” (beş-yedi-beş) hece ölçüsüne göre yazılan bu geleneksel Japon şiir tarzına duyulan ilgi giderek artıyor. Haiku da tıpkı sushi (çiğ balık yemeği) gibi okyanusları aşıp “başka dünyalar”a yelken açmakta.

Yüzyıllardır bir adada içe dönük bir hayat yaşamış olan Japonların başka dünyalara açılma serüveni imparator Meiji’nin 1868’de ülkede restorasyon dönemini başlatmasına dek uzanır. O günden bu güne geçen 135 yıl gibi kısa sayılabilecek bir süreçte Japonya başka dünyaları anlama ve kendisini başka dünyalara anlatmada doğrusu epey yol aldı.
Okyanuslarla çepeçevre kuşatılmış, adeta doğal yalnızlık sınırları içerisinde yaşayan Japonların bugün kendine özgü geleneksel değerleri “başka dünyalar”a taşıyabilmesi; yüzyıllardır geleneksel Japon tarzı hayatların göstergesi olagelmiş simgelerin, sözcüklerin, kavramların, bu değerlerin yabancısı “başka dünyalar”ca benimsenerek pek çok ülkede kısa sürede popülerleşmesi öncelikle toplum ve iletişim bilimleri açısından ilgi çekici olsa gerek. Okumaya devam et

Haiku kategorisine gönderildi | , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Eski Zaman Havuzu Haiku – Seyhan Erözçelik

Divan şiiri imparatorluğun şiiriyse, geleneksel Japon şiiri de öyledir; ne ki anlamakta güçlük çekebileceğimiz bir garip imparatorluğun, orospudan imparatora dek her kesimden insana şiir yazdırabilen, çay içmeyi bile bir tören havasına yücelten güneş imparatorluğunun(1) yahut ‘göstergeler imparatorluğunun’ şiiri. Dilin ve toplumun yapısı, öğreticilikten kaçınan bu şiiri bir tür incelik gösterisi haline getirmiş; şairler imgeleri, somut ayrıntılar biçiminde ve betimlemeden çok mecazi ilgiler, izleksel karmaşıklık yerine uyum adına kullanarak, haletiruhiyelerinin adeta, sadece, taslaklarını çiziktirmeyi amaçlamışlar(2); belki de bu yolla şiirde duyguyu keşfediyor gibi görünmüşler. Bu yüzden, şairle nesnesi arasındaki uzaklık Japon şiirinde pek azdır: Japon şairi her nesnenin neredeyse içinde soluduğunu duyar ve onu özenle, sevgiyle besler. Kalemi, kâğıdı yanına alıp doğanın yaşadığı değişimi anında ve yerinde saptamak için kırlara şiir gezintilerine(3) çıkan insanların, nesnelere böyle yaklaşmaları şaşırtıcı değil aslında. Japon şairinin bile-isteye içine düştüğü yanılsama da, Avrupalılara uzun süre yabancı gelmiş. Moritake’nin(4) Kelebek şiirindeki yanılsaması bu açıdan çok belirgindir:

Dalına uçtu yeniden,
yere düşmüş bir çiçek!
Çırpınan bir kelebekmiş heyhât!
-Moritake Okumaya devam et

Haiku kategorisine gönderildi | , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Şafağın Değirmeni – Güneş Soybilgen

Ali Elmacı

Otuz yılı anca bulan hayatımın ilk anısı anneme dair. Ona sorsanız bunun doğru olmadığını söyler. Fakat haklıyım, biliyorum. Annem diyor ki bu hatıra zihnimin bana bir oyunuymuş. Bu sözüne asla inanmadım. İnanmayacağım da, çünkü gerçek olduğundan eminim. Görüntü dün gibi gözümün önünde, zihnime kazılı olduğuna göre gerçek olmayıp ne olacak ki.

Daha dört yaşına girmemiş olmam lazım. Kışın doğmuşum, o sırada yazı yaşıyoruz. Üzerimde annemin diktiği sarı şortlu tulum var. Atkılı kırmızı pabuçlarımla sessizce evden ayrılıp karşıda uzanan uçsuz bucaksız ormanın içine daldığımı çok net hatırlıyorum. Nasıl oluyor bilmiyorum ama ayaklarımın altında çıtırdayan çam iğnelerinin ve yerde birikmişyaprakların sesi şu an da kulaklarımda. Ağaçların o mis gibi kokusunu hâlâ içime çekebiliyorum. Muazzam yükseklikteki o ağaçlar güneşle aramda kalkan olmuş, aşağısı olduğu gibi gölge, loş. Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | 1 Yorum

Kim Olduğumu Hatırladığımda – Songül Özgün

Gözlerimi açtığımda her yer karanlıktı, monitörlerden yayılan ışıklar, yankılanan bip sesleri yükseliyordu.

Neredeydim?

En son eşimle odada sohbet ediyordum.

Ne zaman buraya gelmiştim?

Eşim, arkadaşım neredeydi?

Neden her yerime bir şeyler takılıydı?

Burun deliklerim bile nasibini almıştı.

Dışarıdaki hayattan çok uzaktaydım. Bu his, yabancılık hissi, üzerimde ki yorgunluğumdan bile daha ağırdı.

Uyumak için gözlerimi kapattım. Dalamıyordum. Birileri fısıltıyla konuşuyordu. O sırada yoğun ilaç kokusunu yavaşça silen su sesine şampuan kokusu eşlik ediyordu. Çiçeklerin yeni koparılmış gibi yaydığı kokuya benziyordu. Ortamda var olan tüm o ağır kokuyu hafifletiyordu. Başımı sola çevirdiğimde irkildim. Genç bir kadın hareketsiz yatıyordu. İki kişi de onu yıkıyordu. Korktum. Monitörden gelen bip sesleri yerini dit sesiyle değiştirmişti. Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın

Mustafa’nın Canı Tatlı Çekemez mi? – Hasip Bingöl

İbrahim Çallı

Kargalar henüz bokunu yememiş, sokak lambaları henüz uyumamışken sabahı karşılar Mustafa. Aslında sabahı kendisiyle dolaştırır demek daha doğru. Herkesin dün bıraktığı yerden devam ettiği bu gayya kuyusunda, Mustafa sanki hiç başlamamış bir hikâyeyi yaşıyor. Üsküdar’ın sokaklarında bir gölge gibi süzülen Mustafa, ne tam deliydi ne de akıllı denebilecek biri. Arada mendil satar, bazen de, “Borç ver, geri vermem,” diye tanıdıklarından bir şeyler ister. Tanıdık dediysem, “Mustafa nasılsın?” diyen herkes onun için tanıdıktı.

Gömleğinin cebinden dışarı fırlayacakmış gibi duran, kimsenin bozuk paraya bile değişmediği buruşmuş kâğıt paralar; eski ceketinin cebini şişiren metal kordonu iyice solmuş kadın saati ve elinde emanet duran selpaklarla Nizam’ın çaycısına söylene söylene daldı. Ağızdan dökülen her bir kelime buzları yeni çözülmüş, şıplayarak yere damlıyordu. Çaycı Nizam, Mustafa’nın yegâne serveti olan tatlı dilinin buzlarını çözdürmek için hemen bir çay verdi, yanına da bir parça limon. Limon olmadı mı Mustafa çayı öylece bırakır, tek kelime etmeden çekip giderdi. Okumaya devam et

Uncategorized kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın

John Ashbeyr’den Şiirler – Çeviren: Hatice Kurun

John Ashbery

BAZI AĞAÇLAR

Olağanüstü: Her biri
Yanındakiyle birleşiyor, konuşuyorlar sanki
Hareketsiz bir gösteriymiş gibi.
Şansa bırakılmış bir düzende

Bu sabah, dünyadan alabildiğine uzak
Onunla uzlaşır gibi buluşmak;
İşte sen ve ben, ağaçların birdenbire
Dönüşüyoruz yapmaya çalıştığı şeye

Orada oluşlarıyla anlatıyorlar şunu bize:
Bir anlam taşır bu salt varoluş;
Başlayabiliriz yakında
Dokunmaya, sevmeye, anlatmaya.

Bizim yaratmamış olmamızdan böylesi güzelliği
Kuşatılıyoruz hoşnut halde:
Çoktan seslerle dolmuş bir sessizlikte,
Bir tuval belirmekte üzerinde Okumaya devam et

Çeviri Şiir kategorisine gönderildi | , ile etiketlendi | Yorum yapın

James Joyce’tan Şiirler – Çeviren: Güneş Soybilgen

Judith Henihan

YALNIZ

Ayın soluk altın ağları
Duvağa çeviriyor geceyi
Uyuyan göldeki kıyı ışıkları
İzliyor sarısalkım filizlerini

Bir ad fısıldar geceye
Kurnaz kamışlar, onun adını.
Tüm ruhum keyifte,
Bir utanç baygınlığı.

James Joyce
Çeviren: Güneş Soybilgen Okumaya devam et

Çeviri Şiir kategorisine gönderildi | , ile etiketlendi | Yorum yapın

Güldane – Tülay Kale

Marcel Duchamp

“Ne somurtup duruyorsun! İşine bak.”
“Amma dırdır ettin sabah sabah ha… Aha, gidiyorum.”

Satılmış’ın gitmesiyle Güldane tuvaletleri kontrol etti. Azalan peçetelere takviye yaptı. Kocasının duvara çivilediği naylon sepetin içindeki fesleğenin yeşil ve yer yer mora çalan yapraklarını şöyle bir karıştırıp ellerine bulaşan kokuyu içine çekti. Masanın örtüsünü düzeltirken boş çikolata ambalajını görüp öfkelendi. Küçük kız mızırdanıp yüzünü buruşturdu. Güldane plastik su şişesinden elini ıslatıp kızın dağılmış saçlarını düzeltti. Sonra köşedeki çalı süpürgesiyle söğüt ağacından yere düşen gazelleri süpürdü. Topladıklarını çöp kovasına atıp ellerini sabunladıktan sonra masanın başına geldi.

Zeynep ayaklarına dolanan ve mırıl mırıl sesler çıkaran sarman kediyi kucağına alıp sarımsı tüylerini okşarken annesi, “Şu pis şeyi alma diyorum. Bırak çabuk!” deyip bağırdı. İstemeye istemeye kız kediyi kucağından indirdi. Güldane onu omzundan tutup lavaboya götürdü. Çocuğun ellerine limon kolonyası da döküp sandalyeye oturuverdi.
Birer birer kepenklerini açan dükkânlarla sokak hareketlenmeye başlamıştı. Bayram üstü kocasına yardıma gelen Emine, Güldane’yi görünce: Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın

Kış Manzarası – Mustafa Sevinç

Marcel Duchamp

Bekleme odasında iki yaşlı kadın vardı. Kısık sesle konuşuyorlardı. Beni görünce sustular. Selam verip köşedeki, kapıyı ve koridoru gören sandalyeye oturdum. Panjurların arasından dışarı baktım. Kestane ağacının dallarından, yapraklarından başka bir şey görünmüyordu. Danışmadaki kadının verdiği formu doldurdum. Adres, telefon numarası, meslek, bilinen hastalıklar, alkol tüketimi, sigara kullanımı… Formu tamamladığımda ağrımın tamamen geçtiğini fark ettim. Hep böyle olurdu. Çıkıp gitmeyi düşündüm. Kapının yanındaki duvarda amatör bir ressamın yaptığı bir manzara resmi asılıydı. Tuval üzerine yağlıboya. Karlar altında bir kasaba, kızak kayan çocuklar. Pieter Bruegel etkileri. Little ice age

Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın

Son Kart – Didem Gürhan

Pamela Colman Smith

Selin’in zoruyla geldiğimiz bu kafe, loş ışığı ve çürümüş ahşap kokusuyla sanki görünmez bir törenin eşiğindeydi. Elinde ahşap bir kutu taşıyan bir kadın masamıza yaklaştı. Belki gerginliğimden, belki de zamanın bir anlığına eğrilmesinden midir, bilinmez, o sırada ortama tuhaf bir uğultu yayıldı. Selin, gecelerime sızan rüyalar yüzünden sürüklemişti beni buraya.

Kadın kartları masaya yaydığında içimdeki gerginlik daha da sıkıştı. “Kartlar,” alçak bir sesle çıktı ağzından, “bilinçaltını okur.” Önümde renkler, figürler, çizgiler birbirine karışıyordu. İlk kartı çevirdi: Kule. Yıldırımla parçalanan taş duvarlar, boşluktan düşen insanlar… Gözümün önüne çocukluğumuzun mutfağı geldi. Annemin elinden kayıp düşen kavanozun tiz çığlığı, babamın kapıyı çarpıp gidişi. Dönmeyecek. Bizim ev de böyle yıkılmıştı, düşenlerin sesini hâlâ içimde duyuyorum.

Peşinden ikinci kart geldi: Aziz. Kadının sesi ağır ağır döküldü: “Gelenek, sabit fikir, muhafazakârlık.”  “Babam,” dedim hemen. Sesli mi söyledim yoksa yalnızca içimden mi geçirdim, bilmiyordum. Neyi giymem gerektiğini, hangi mesleği seçeceğimi, hangi sesi taşıyacağımı, hangi sessizlikte kalacağımı hep o söyledi. Kendi sesim, onun gölgesinde boğuldu. Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | , ile etiketlendi | 2 Yorum