İçeriğe geç

Hasan’ın Bildikleri – Barış Çağrı Genç

-Elif’e-

Şenol Yorozlu

– Yaptığının hırsızlık olduğunu bilmiyor musun?

Biliyor Hasan. Yan yana gelen harfleri okuyamıyor, parmaklarını kullanmadan toplama yapamıyor, suyun kaç derecede buharlaşacağını bir çırpıda söyleyemiyor belki, ama kulağındaki acıyı biliyor. Çarpım tablosunun yerine, birileri ona bağırırken ayakucuna bakmayı da ezberlemiş çoktan. Lastik ayakkabılarına bakmayıp ne yapacak? Kulağını çekiştiren müdüre mi döndürecek gözlerini, karşısındaki sınıfa mı, öğretmenin yanında duran adama mı? Ezbere bildiğini yapıyor işte; sırasından kulağından çekiştirilerek sınıfın önüne getirilirken yaptığı gibi ayakucuna bakıyor.

– Yanıt versene oğlum; neden hırsızlık yaptın?

Bunu pek bilmiyor Hasan; genelde bildiği yerden sorulmuyor zaten. Tavukların yumurtlarken çıkardığı sesleri sorsalar mesela, onları ürkütmeden kümeslere nasıl girileceğini, kimselere görünmeden orada nasıl uyunacağını…

– Hoca hanım, çantasına bakın bakalım, çaldıkları orada mı?

Herkesin parmak kaldırabileceği kadar kolay bir soru bu; çaldıklarının orada bulunamayacağı tüm sınıf söyleyebilir. Ama içlerinden bilmeyen varsa da Hasan’ın çantasının olmadığını birazdan öğrenecek.

– Anladım hoca hanım. Biz bunu öyle ya da böyle mezun edelim de ortaokulda ne yaparlarsa yapsınlar. Evladım senin okumakla alakan yokmuş; o kadar silgiyi niye çaldın? Satacak mısın, yiyecek misin, ne yapacaksın?

Birkaç gün önceydi Ömer’in kokulu silgisini elinde tutup isteyenin burnuna yaklaştırması. Çilek kokusunu içine çektiğinde midesi guruldamıştı Hasan’ın. Ömer’in silgisini hızlıca çekişi, “yeme ha!” deyişi, sınıftakilerin gülüşü geliyor gözünün önüne. Oysa silginin yenilmeyeceği biliyor Hasan, dayaktan kaçıp geceyi geçirdiği kümeslerde açlıktan midesi sırtına yapışsa da yumurtalara dokunmaması gerektiğini bildiği gibi.

– Demek silgileri size dağıttı. Aferin kızım; bilmeden almışsınız, ama hırsızlık da hırsızlık malı kullanmak da günahtır. Arkadaşlarını da günaha sokuyorsun serseri. Dağıttığın gibi git topla çabuk. Hoca hanım, siz de o taraftan toplayın bu hergelenin çaldıklarını.

Göz göze gelmemeye çalışarak sıraların arasından yürüyor Hasan. Korkarak uzattığı avcuna bırakılan silgileri tutmaya çabalarken duyuyor fısıldaşmaları. Daha çok bakmak istiyor ayakucuna. “İsteyen var mı,” demesiyle avucundaki silgiler bir anda nasıl dağıldıysa tüm sınıfa, o hızda avcuna gelebilse keşke. Artık yürümese bu sıraların arasında.

– Toparladıklarını ver Ahmet Bey’e. Özür dile bakayım; belki seni polise şikâyet etmez. Bir daha böyle bir şey yapmayacağına herkesin önünde yemin et.

Ona ne söyleniyorsa yapması gerektiğini biliyor Hasan. Ama bir türlü anlayamadığı şey, denileni yapmasına rağmen neden sonunda hep onun canının acıdığı.

– Haklısınız Ahmet Bey. İyi bir anlatmak lazım. Çocuğum, sen gel bakayım dışarı.

Sınıfın dışında onu neyin beklediğini bilse de sınıfa nasıl döneceğini bilemiyor Hasan. Kaçıp sığınacağı bir kümes de yok yakınlarda.

– Şimdi sınıfına dön. Gözüm senin üstünde. Bir daha bu kadar ucuz kurtaramazsın.

“Gel” komutunu duyuyor; kapıyı açmayı artık erteleyemez. Oysa biraz geçseydi yanaklarındaki sızı. O sızının yüzünü ne kadar kırmızı yaptığını biliyor Hasan. Ayakucuna bakarak yürürken o rengin fark edilmemesi isterdi, ama istediklerinin genelde olmadığını çoktan ezberlemiş. Avucundakileri gösterip “İsteyen var mı,” diye sorduğunda bunu değiştirebileceğini mi sandı? Artık öğrendi mi bir şeyleri değiştiremeyeceğini? Herkesin yeri belli değil mi zaten? Öyleyse en arkaya, duvar dibindeki sırasına oturmalı şimdi.

– Pişt… Pişt… Pişt…

O ısrarlı sese dönmesi gerekip gerekmediğini bilmiyor. Yine de dönüyor işte. Yan sıradaki kız gülümsüyor ona. Çok gizli bir sırrını açar gibi temkinli aralıyor avuçlarını. Pembe silgiyi görüyor Hasan; gülümsemeyi tam bilmese de öğrenmek istiyor. – Barış Çağrı Genç

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir