Nesin Vakfı Edebiyat Yıllıkları İzinde Öykücülüğümüz: 1975-1984 – Burak Çakır

Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı

Daha önce Varlık yıllıklarını incelerken Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı’na gözüm takılmış ancak yoğunluğum sebebiyle bir başka bahara bırakmıştım. Nihayetinde beklenen bahar geldi ve 1976’dan 1985’e dek on yıl devam eden yıllıkları temin ederek okuma şansına eriştim. Varlık yıllıklarında olduğu gibi okumalarımı yine öykü üzerine yaptım ancak Nesin yıllıklarında farklı bir yaklaşım ve daha kapsayıcı bir tutum çabası gördüğümü söylemeliyim. Örneğin yıllıkların hemen başında yer alan “Edebiyat Yılı Takvimi” ile geçen bir yılın edebiyat olayları kronolojik sırayla veriliyor, bu da on yıllar sonra bile dönemin atmosferini ve gelişen olayları anlamlandırmayı büyük ölçüde kolaylaştırıyor. 1980 yıllığının “Sunu” bölümünde, Aziz Nesin de yıllıkları çok faydalı bulduğunu dile getiriyor. Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı’nı kurumsallaştırarak kendisinden sonra da devam etmesini istiyor ama yıllıklar yayın hayatını ancak on yıl sürdürebiliyor. Bu yazıyla, Nesin Vakfı Edebiyat Yıllıklarının izinde öykücülüğümüzün on yılında neler yaşandığına kısa bir bakış sunacağız.

Genel Görünüm

Yıllıkların konu aldığı 1975-1984 yılları pek çok açıdan zor geçiyor. Siyasi ve ekonomik sıkıntılar, sosyal hayatla beraber yayıncılık sektörünü de derinden etkiliyor. Hemen her yıllıkta kâğıt fiyatlarının artmasından, kitap basmak için yeteri kadar kâğıt bulunamadığından söz ediliyor. 1977 yıllığında verilen bilgilere göre, gazeteler dışarıda bırakıldığında baskı ve yazı kâğıdı tüketiminde Türkiye’de kişi başı kâğıt tüketimi 1.1 kilogram ile Gana’nın hemen önünde ve Suriye’nin gerisinde görünüyor. O yıllarda bu sayı Yugoslavya’da 5.0, İngiltere’de 21.2, İsviçre’de ise 42.6 kilogram. Yeterli üretimin yapılamadığı bu yıllarda kâğıdın karaborsaya düşmesinden sıklıkla bahsediliyor ve görünen o ki özellikle seçim dönemlerinde kâğıt hepten ulaşılamaz bir hâle geliyor.

Olumsuzlukları bir yana bırakırsak gayretli ve sevindirici gelişmeler de oluyor şüphesiz. Örneğin yıllar ilerledikçe hem yayınlanan kitaplarda hem de alınan ödüllerde daha fazla kadın öykücü ile karşılaşıyoruz. Yerli yazarların ve yazar topluluklarının farklı ülkelerle kurduğu ilişkiler neticesinde edebiyatımızı dünyaya tanıtma girişimlerine de şahitlik ediyoruz.

1960 yılıyla beraber öykücülüğümüzün önemli bir kırılım yaşadığı düşüncesi hâkim, bu konuda sempozyumlar düzenlendiği, yazılar kaleme alındığını görülüyor. Dönemin yaygın görüşüne göre bu kırılım kendiyle ve geçmişiyle hesaplaşan bir edebiyatın ortaya çıkmasını, romantizmi bırakarak gerçeği saptamayı amaçlıyor. Atilla Özkırımlı’nın ifadesiyle, yaşanan bu gelişim beraberinde sanatçıyı bir siyasi tavır almaya zorluyor.

Öykücülüğümüz

İlk beş yıl “Öykü ve Roman” başlığı Attila Özkırımlı imzasıyla çıkarken sonraki beş yılda bölümü “Roman ve Öykü” başlığı ile Konur Ertop kaleme alıyor. Varlık yıllıklarından da aşina olduğumuz gibi yalnızca öyküye ait bir bölüm bulunmuyor yıllıklarda, hatta çoğu zaman kendisine romanın ancak yarısı kadar yer bulabiliyor. Varlık yıllıklarının aksine Nesin Vakfı yıllıkları biraz daha dağınık bir yapıya sahip, zaman zaman bin sayfayı bulan detaylı ve kapsayıcı bir yıllıkta bu kadar dağınıklık kabul edilebilir belki. Neticede Varlık Yıllığı bir noktada edebiyata özel bir yıllık değil, Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı ise sadece edebiyata odaklanarak bir ilki gerçekleştiriyor. Yine de öyküye dair bütüncül bir bilgiye sahip olmak için Özkırımlı veya Ertop’un bölümlerini okumak yeterli olmuyor. Edebiyat takvimi, tartışmalar ve ödüller gibi başlıkları da taramak gerekiyor.

Kapsayıcılıktan bahsetmişken, yıllıklarda edebiyat olaylarına ve tartışmalara da önemli bir yer ayrıldığının altını çizmek gerek. Verilen veya verilemeyen ödüllerin nedenleri, düzenlenen organizasyonlar ve yazarların karşılıklı polemikleri detaylarıyla okuyucuya aktarılıyor. On yıllık yayın periyoduna bakıldığında öykücük adına en fazla tartışılan ismin ise Sait Faik olduğunu söyleyebiliriz. Daha ilk yıllıkta (1976 Yıllığı) Bekir Yıldız’ın, Sabahattin Ali’nin ölüm yıldönümünde yaptığı konuşma gündeme geliyor. Daha sonraları yazılı olarak da yayımlanan 5 Nisan tarihli konuşmasında Yıldız, Sabahattin Ali’nin neden Sait Faik kadar değer görmediğini, adına neden ödüller düzenlenmediğini sorguluyor. “Sait Faik düzenin değiştirilmesiyle değil, düzenin sonuçlarıyla oyalanmış bir yazardır.” ifadeleri, hippi bir tavırla burjuvaziden kaçtığını söylemesi ise edebiyat çevrelerinde ciddi bir tartışma yaratıyor. Ferit Edgü, Can Yücel, Mehmet H. Doğan gibi birçok ismin dahil olduğu tartışma Türkiye Defteri’nin, mayıs sayısında Bekir Yıldız’a yerilen (1971) Sait Faik Öykü Armağanı’nın geri alınması çağrısına dek uzanıyor.

Bir sonraki yıl ise Sami N. Özerdim “Müthiş Bir Tren” öyküsünün aslen Sait Faik’e değil, Macar bir yazara ait olduğunu ileri sürüyor. Nihayetinde Sait Faik’in gazetede her gün bir öykü yayımladığı dönemde çeviri eserlere de yer verdiği, sağlığında bu öyküyü kitabına koymadığı ortaya çıkıyor.

Yıllıklarla beraber öykücülüğümüz de yıllar içerisinde durağan bir yol izliyor. İlk yıllıkta Atilla Özkırımlı’nın bahsettiği canlılık (1975 yılı, uzun yıllardan beri görülmemiş, her edebiyatseverin özlemini çektiği bir edebiyat canlılığı içinde geçmiştir.) giderek durağan ve kendini tekrar eden bir form kazanmış gibi görülüyor. Özellikle 1978 yılında durağan ama ümitvar bir çizgide ilerleyen öykünün her geçen yıl kan kaybettiğini görüyoruz. Bunun bir sebebi öyküde tanınmış isimlerin romana geçmesiyken bir başka nedeniyse yine ekonomi kaynaklı diyebiliriz. Yayınevlerinin artan maliyetleri doğrudan yerli yazarları ve öyküyü etkiliyor. Bu dönemde faaliyet yoğunluğunu göz önünde tutacak olursak gülmece ve tiyatro alanlarında nispeten bir hareketliliğin olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim UNESCO’nun 1979 yılını Dünya Çocuk Yılı ilan etmesiyle yazarların çocuk yazını üzerine daha fazla eğildiği ve önem verdiği bir dönem başlıyor. Genç yazarların şikayetleri ise yetmişli yıllarda da bugünden farklı değil anlaşılan. 1976 yılında, Dönemeç dergisi İzmir’de yayın hayatına başlıyor. Dergi, İstanbul-Ankara’da yayın yapan edebiyat dergilerinin diğer illerdeki genç yazarlara ilgisizliğinden yakınıyor.

1981 yıllığı ile birlikte öykü ve roman başlığını Atilla Özkırımlı’nın yerine Konur Ertop ele alıyor. Ertop, genel başlıklar içerisinde daha kapsayıcı bir anlatım yoluna gitmeye çalışsa da bir okur olarak yılı ele alış biçiminin bana epey karmaşık ve yorucu geldiğini belirtmeliyim. Öyküye ayrılan yer ve önem de azalmış hissi uyandırdı. Geçmiş yılda yayınlanan roman ve yazarlar isim isim verilirken öykü alanında ortaya çıkan kitap ve yazarlardan hemen hiç bahsedilmeden yılın genel bir değerlendirmesi yapılıyor.

1982 yıllığıyla beraber Edebiyat Yılı Takvimi’nde tutuklanan, gözaltına alınan yazarlardan ve toplatılan kitaplardan başka bir edebiyat olayına rastlamak giderek zorlaşıyor. Genel manada bir sessizliğin sürdüğünü söylemek yanlış olmaz. Öyle ki ödüllerden bahsederken hak etmekten ziyade baş ağrıtmayacak çözümler arandığından bahsediliyor. Sait Faik Öykü Armağanı gibi yirmi beş yıldır aralıksız verilen ödüllerde bile aksamalar görülüyor. Nitekim yine pek çok ödülün mansiyonlarla, jüri özel ödülleriyle sonuçlandığına, birincilik ödülü vermekten kaçınıldığına şahit oluyoruz. Türk Dil Kurumu’nun özerkliğini kaybetmesi sonrasında ise düzenlediği edebiyat ödülleri de son buluyor.

1973 yılından 1983’e, basılan kitap sayısı her geçen yıl azalıyor (7497>5000). UNESCO verilerine göre Türkiye, yirmi dört ülke arasında yirminci sırada yer alıyor. Tutuklanan yazarlar ve yasaklanan kitaplar edebiyatımızı ve tabii öykücülüğümüzü de durağanlaştırıyor. Jüri üyeleri yarışmalardan çekiliyor, ödüller verilemez duruma geliyor. Bu durağanlık yıllıklara da yansıyor, Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı önce gecikmeli, sonra eksik bölümlerle yayın hayatını sürdürmeye çalışıyor. 1985 yıllığında önümüzdeki yıl birçok ismin artık yıllıkta yer almayacağı duyuruluyor ancak yıllık tüm bu aksiliklere dayanamayarak yayın hayatını sonlandırıyor. Varlık Yıllığı gibi Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı’nın da son yılı 1985 oluyor.

Dikkatimi Çekenler

Doksanlı yıllarda doğmuş biri olarak yetmişli ve seksenli yıllara dair ilginç bulduğum noktalar oldu. Örneğin telif meselesinin alenen ve sıklıkla dile getirilmesini hem sevdim hem garip buldum. Bugün büyük bir kutsiyet yüklediğimiz yazın uğraşımıza bir iş, emek gözüyle bakmak ve karşılığını beklemek o kadar olağan ki, etkilenmedim diyemem. Diğer yandan Varlık yıllıklarında ancak seksenli yıllarda gördüğüm “Hikâye” yerine “Öykü” kullanımı, Nesin yıllıklarının daha ilk sayısından itibaren görmek mümkün. Elbette Nesin yıllıklarında da tek bir kullanım yok, kimi zaman “Hikâye” zaman zaman “Öykü” tercihi mevcut. Benzeri bir ikilem “Edebiyat” ve “Yazın” kullanımında da görülüyor. Bu durum eleştirilere neden oluyor ki 1984 yıllığının “Sunu” bölümünde Aziz Nesin cevap verme ihtiyacı hissediyor. Amacının Türkçe olan “Yazın” kelimesine okuru hazırlamak olduğunu belirtiyor. Dileğinin, yıllıkların adını “Nesin Vakfı Yazın Yıllığı” olarak yayımlayabilmek olduğunu dile getiriyor.

Dikkatimi çeken bir başka konu ise edebiyatın ana akımı olarak nitelendirebileceğimiz radyo ve televizyon dünyasındaki varlığı ve değişen dünyaya ayak uydurma gayreti oldu. Bu dönemde yazar çevrelerinde toplumun hızlı bir değişim içerisinde olduğu ve yazarların bu hıza yetişemediği sorunu dillendirilmeye başlamış bile. Anlatım biçimlerinin yenilenmesi ve edebiyatın televizyon, sinema gibi yeni mecralarla yarışabilir hâle gelmesinin gerekliliği konuşuluyor. İşin doğrusu, bugün edebiyat dünyasında böyle bir varolma arzusu görmüyorum, daha çok bir kabulleniş hâli hâkim.

Nihayetinde

Aziz Nesin, yıllık konusunda oldukça hassas, kendisine ve vakfa maddi anlamda zararı olmasına karşın yıllıklara fazlasıyla önem veriyor ve sürekliliğini arzuluyor. Bu sebeple yıllıklar üzerindeki yönetimini devretmeye çalıştığı ve kurumsallaştırarak çok daha uzun soluklu bir yayıncılık arzuladığı görülüyor. Ne yazık ki süreç istediği gibi ilerlemiyor, kâğıt temin sorunlarının yanında yıllıklarda bölümleri bulunan yazarların yazılarını geciktirmeleri ve zamansız ayrılıkları Nesin’i sık sık sıkıntıya düşürüyor ve bunu da belirtmekten çekinmiyor. Her yılın ilk günü çıkan yıllıklarda 1982 yılı itibarıyla aksamalar hemen göze çarpıyor. 1982’de bir, 1983’te beş ay gecikmeli yayımlanan yıllıklar bu tarihten sonra bir daha vaktinde yayımlanamıyor. Yıllıkların gecikmesinin yanı sıra yıllar içerisinde yıllığa yetişemeyen yazılar/bölümler de görülüyor. Varlık Yıllığı’nın da yayın hayatını sonlandırması ile yıllıklar uzunca bir süre yazın hayatımızdan çıkıyor, böylece dönemine ayna tutan ve ruhunu yansıtan bu belgelerden mahrum kalmış oluyoruz. – Burak Çakır

Bu yazı İnceleme kategorisine gönderilmiş ve , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir yanıt yazın