Kış Manzarası – Mustafa Sevinç

Marcel Duchamp

Bekleme odasında iki yaşlı kadın vardı. Kısık sesle konuşuyorlardı. Beni görünce sustular. Selam verip köşedeki, kapıyı ve koridoru gören sandalyeye oturdum. Panjurların arasından dışarı baktım. Kestane ağacının dallarından, yapraklarından başka bir şey görünmüyordu. Danışmadaki kadının verdiği formu doldurdum. Adres, telefon numarası, meslek, bilinen hastalıklar, alkol tüketimi, sigara kullanımı… Formu tamamladığımda ağrımın tamamen geçtiğini fark ettim. Hep böyle olurdu. Çıkıp gitmeyi düşündüm. Kapının yanındaki duvarda amatör bir ressamın yaptığı bir manzara resmi asılıydı. Tuval üzerine yağlıboya. Karlar altında bir kasaba, kızak kayan çocuklar. Pieter Bruegel etkileri. Little ice age

Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın

Son Kart – Didem Gürhan

Pamela Colman Smith

Selin’in zoruyla geldiğimiz bu kafe, loş ışığı ve çürümüş ahşap kokusuyla sanki görünmez bir törenin eşiğindeydi. Elinde ahşap bir kutu taşıyan bir kadın masamıza yaklaştı. Belki gerginliğimden, belki de zamanın bir anlığına eğrilmesinden midir, bilinmez, o sırada ortama tuhaf bir uğultu yayıldı. Selin, gecelerime sızan rüyalar yüzünden sürüklemişti beni buraya.

Kadın kartları masaya yaydığında içimdeki gerginlik daha da sıkıştı. “Kartlar,” alçak bir sesle çıktı ağzından, “bilinçaltını okur.” Önümde renkler, figürler, çizgiler birbirine karışıyordu. İlk kartı çevirdi: Kule. Yıldırımla parçalanan taş duvarlar, boşluktan düşen insanlar… Gözümün önüne çocukluğumuzun mutfağı geldi. Annemin elinden kayıp düşen kavanozun tiz çığlığı, babamın kapıyı çarpıp gidişi. Dönmeyecek. Bizim ev de böyle yıkılmıştı, düşenlerin sesini hâlâ içimde duyuyorum.

Peşinden ikinci kart geldi: Aziz. Kadının sesi ağır ağır döküldü: “Gelenek, sabit fikir, muhafazakârlık.”  “Babam,” dedim hemen. Sesli mi söyledim yoksa yalnızca içimden mi geçirdim, bilmiyordum. Neyi giymem gerektiğini, hangi mesleği seçeceğimi, hangi sesi taşıyacağımı, hangi sessizlikte kalacağımı hep o söyledi. Kendi sesim, onun gölgesinde boğuldu. Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | , ile etiketlendi | 2 Yorum

Zippo – James Ross – Çeviren: Güneş Soybilgen

Mustafa Horasan

John, “Bir rüya gördüm. Sana anlatayım; birkaç arkadaşla bardayım, konuşuyoruz, içiyoruz. Cuma gecesi. Bar bayağı bir dolu. Çok gürültülü bir müzik çalıyor. Bira yüzünden çakırkeyfim, ama o kadar sarhoş da değilim. Tüm kızlar hoş görünüyor. Cebimde tüm geceyi böyle götürecek kadar param var. Anlarsın işte, her şey iyi,” dedi.

Camı indirdi ve devam etmeden önce derin bir nefes aldı.

“Sıra bende, bara gidiyorum, muazzam bir kalabalık var, ama siparişlerimi hemen alıyorum. Arkadaşlara içkilerini götürüp biramı almak için bara geri dönerken bu kıza sürtünüp geçiyorum. Daha doğrusu, o bana sürtünüp geçiyor. Ve gülümsemeler. Göz teması. Kendi kendime, ‘Gerçekten iyi bir gece olacak,’ diyorum. O an uyansaydım, gülerek uyanırdım. Rüyaları bilirsin, iyi rüyaları. Bir parçan bilir ki hepsi uydurmadır, ama gerçekten şanslıysan uyanmazsın. Her şey yolunda gider.

Sonra bir çocuk bara doğru yürüyor, önce onu görmüyorum, ama rüyam görüyor ya da belki de sadece sonradan hatırlıyorum. Öylesine çelimsiz bir çocuk, ama celallenmiş, gerçekten kızgın görünüyor ve elinde bir kova benzin taşıyor. Kalabalığı yara yara yürürken benzin de bir yandan çalkalanıyor. Okumaya devam et

Çeviri Öykü kategorisine gönderildi | , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Kadın mı, Kaplan mı? – Frank Stockton – Çeviren: Didem Çelenk

Mark Rothko

Çok eski zamanlarda, bir yanı barbar kalmış bir kral yaşardı. Fikirleri, uzaklardaki Latin komşularının da etkisiyle bir nebze yumuşuyor olsa da, barbar yanı hâlâ geniş, görkemli ve sınırsızdı. Hayal gücü taşkın, otoritesi ise karşı konulmazdı; öyle ki, aklına gelen her hevesi, iradesiyle gerçeğe dönüştürürdü. Kendine dönük olmaya meyilliydi ve bir konu üzerinde kendisiyle mutabakata vardığında, o iş muhakkak yapılırdı. Hem evde hem de devlet yönetimindeki düzen kesintisiz sürdüğünde, doğası yumuşak ve hoşgörülü olurdu; ancak ufak bir aksaklık belirdiğinde, herhangi bir çark yerinden oynadığında, daha da nazik ve sevecen bir hale bürünürdü. Zira eğriyi doğrultmaktan ve çıkıntı olanı ezip dümdüz etmekten aldığı haz hiçbir şeyle kıyaslanamazdı.

Barbarlığının törpülenmesine katkı sağlayan yabancı etkilerden biri de halk arenası fikriydi. Burada hem insanın hem de hayvanın cesaretini sergilediği gösterilerle, tebaasının zihni inceltilir ve eğitilirdi. Tebaasının zihinsel yetilerini geliştirmeye uygun bir amaç taşıyordu bu arena. Çevresini saran galerileri, gizemli mahzenleri ve görünmez geçitleriyle bu muazzam amfitiyatro, şiirsel adaletin bir aracıydı. Suçun cezası burada kesilir, erdem ise burada ödüllendirilirdi; üstelik, tarafsız ve bozulmaz bir kaderin hükmüyle. Okumaya devam et

Çeviri Öykü kategorisine gönderildi | , ile etiketlendi | 1 Yorum

İlkbahar Senfonisi – Yannis Ritsos – (Türkçede ilk kez Yitik Ülke’de) – Çeviren: Olga Okay

Yannis Ritsos

Yüzyılın tarihini şiir yolu ile okumak isterseniz, rahatlıkla söyleyebilirim ki Ritsos’un şiirleri bunun için idealdir. Hem yaşadığı dönemin tarihini, hem de bir anlamda kendi biyografisini şiir yoluyla sunar bize. Şiirlerinin yanı sıra, dokuz düz yazı/öykü, dört adet de tiyatro eseri kaleme almıştır. Ayrıca, sayısız çevirisi, kolektif ve bireysel çalışması bulunmaktadır. Şiir ve genel anlamda yazı kendisini besleyen en değerli kaynaktır. En önemlisi Ritsos bu kaynağı kendine saklamamış paylaşıp, bölüşmeyi de her zaman bilmiştir. Ergenliğinde tanışıp güvendiği ve benliğini borçlu olduğu şiir onu en iyi tanıma ve tanımlama yoludur.

1937-1943: Şiirde lirik patlamanın yaşandığı dönemdir. Modern bir lirizm ve serbest vezinle, cisimleri ete kemiğe büründürüp sürreal, yoğun duygu ve düşünce silsilesi oluşturuyor şair. Öfkeli bir hayal gücünün basit öğelerle sakinleşme hali diyebiliriz. Okumaya devam et

Çeviri Şiir kategorisine gönderildi | , ile etiketlendi | Yorum yapın

John Donne’dan Şiirler – Çeviren: Güneş Soybilgen

Stanley Spencer

Kimse ada değildir
Kendinden müsemma.
Herkes karanın bir parçası,
Bütünden bir parça.
Bir toprak parçası sürüklenecek olsa denize,
Azalır Avrupa.
Sürüklenen bir dağlık burun da olsa,
Dostunun evi,
Ya da kendi yuvan olsa da:
Her insanın ölümü eksiltir beni.
Çünkü ben içindeyim insanlığın.
Ve bu yüzden kimseye sorma
Çanlar kimin için çalıyor diye,
Senin için çalıyor. Okumaya devam et

Çeviri Şiir kategorisine gönderildi | , ile etiketlendi | Yorum yapın

Temaşa – Şebnem Kutluca

Matisse

Yorgun eylül yağmuru, arnavutkaldırımını dövmeye başladığında birkaç kör kedi dışında kimsecikler yoktu Cebidelik Yokuşu’nda. İlk damlalar sükûnetle teşrif etmişse de  sonrasında telaşla yeryüzüne koşmaya başlayınca, yokuşun iki yanında dizili yağmur kadar yorgun evlerin pencerelerinden uzanan çekingen gölgeler, ipe dizili mahremlerini toplayıp çıktıkları gibi sessizce girdiler kovuklarına.

O gün tüm izleri silmeye kararlı yağmur, yokuşun tepesinden getirdiği çeri çöpü önüne katmış, hoplaya zıplaya akıyordu ana caddeye doğru. Kör kediler kırık dökük kaldırımda bir kapı eşiğine yayılmış, önlerinde resmi geçit yapan boş bira şişelerini, kuru yaprakları, naylon poşet ve paçavralarını gözlerini kırpmadan izliyorlardı. Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | 10 Yorum

Dev Kralın Tacı – Bergin Azer

Burhan Doğançay – Bergin Azer Koleksiyonu

Yemek masasının altına girdiğimde gözüm avizedeydi. Dedem devler diyarı kralının tacını kaçırmış, sonra onu ters çevirip avize yapmış. Emekleyerek masanın ortasında oturdum.

Halının desenlerinde parmağımı gezdirirken, arada masanın kenarından kafamı çıkarıp avizeye bakıyorum. Altın varaklı kollarına takılmış ampullerin ışığı, her zamanki gibi kristalleri parlatıyor.

Orta kısmı, gerçekten ters çevrilmiş taçtı… Acaba kral tacını arıyor mudur, yoksa yenisini mi yaptırmıştır? Sorabileceğim kimse yoktu. Dedem taşırken zorlandı mı acaba? Peki onu devler diyarından nasıl getirdi, sorsam anlatır mıydı? Belki gizli kalmasını istiyordur. O zaman ben nasıl biliyorum bunu?

Gözüm yemek masasının kalın oymalı bacaklarına takılıyor. Ne kadar güzel desenler, yapan ustanın aletlerinin izleri hafifçe belli. Babam anlatmıştı. Yıllar evvel, büyük ev yapılırken dedem özel yaptırmış; hazır almamış, zaten o zaman hazır bir şey yokmuş ki. Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | 2 Yorum

Aforizmalar

İnsan ancak hayalleriyle yaşar ve biraz yaşamaya başlayınca hepsini kaybeder. Voltaire

Ateşin söylemeye çekindiğini söyle. Rene Char

Ölsem ayıptır, sussam tehlikeli, çok sevmeli öyleyse, çok söylemeli. Metin Altıok

Hayaller berraktır, gövdeleri ışıktan daha hafif. Sürerler bu cümlecik sürdüğü kadar. Octavio Paz

Her insan kendi adasında yaşar. Bertolt Brecht Okumaya devam et

Aforizmalar kategorisine gönderildi | , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Sıradan – İnci Salkaya

Esther Roullette

“Kapıya vuruluyor duymuyor musunuz? Verin feneri verin, bu saatte pek hayırlı değil.” Fener bir iki göz kırptıktan sonra yandı. “Bok yiyenin pili gene bitiyor.”

Kemerli ocağın içindeki sobadan sızan ışık maviye çalıyor. Duvarlar is. Kesme taşlara çakılmış mıhlarda kulplu kazanlar asılı. Karşılıklı iki tahta sedirde döşekler serili. Birinde Mıstık’ın kardeşi uyumakta.

Nene kapıyı zorlanarak açtı. “Oy gözüne… Bu da şişti.” Eşiğe yığılmış kar içeriye döküldü.

Burnu mor. Kirpikleri buz tutmuş. Beyaz şal kafasına birkaç kez sarılmış. Omuzlarına dolaşık ipleri tutan parmakları siyah. Şişik. Dizlerine uzanan hırkasının önü yanlarından daha yukarıda. Feneri bir orasına bir burasına tutuyor. “Vah vah! İndir yükünü kızım, indir. Yalnız mısın?” İndirmeye yeltenmedi. İplere yapışmış parmakları kendiliğinden kurtuldu. Kolları fırlatılmış gibi bacaklarına çarptı. Sırtındaki odunlar döküldü. Vücudu geriye devrildi sonra iki büklüm öne eğildi. “Ih!” Ellerini kasıklarına götürdü. Hemen çekti. Ayalarıyla üst baldırlarını eziyor. Gerilmiş yanakları patlayacak gibi. “Ih!” “Ha kızım? Söyle. Eyleme onu. Gel kızım. Ey gidi dondun. Çıkar üstünü. Uy nenem. Oldun sucuk su. İki canlı mısın?” Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | 2 Yorum