Kim Olduğumu Hatırladığımda – Songül Özgün

Gözlerimi açtığımda her yer karanlıktı, monitörlerden yayılan ışıklar, yankılanan bip sesleri yükseliyordu.

Neredeydim?

En son eşimle odada sohbet ediyordum.

Ne zaman buraya gelmiştim?

Eşim, arkadaşım neredeydi?

Neden her yerime bir şeyler takılıydı?

Burun deliklerim bile nasibini almıştı.

Dışarıdaki hayattan çok uzaktaydım. Bu his, yabancılık hissi, üzerimde ki yorgunluğumdan bile daha ağırdı.

Uyumak için gözlerimi kapattım. Dalamıyordum. Birileri fısıltıyla konuşuyordu. O sırada yoğun ilaç kokusunu yavaşça silen su sesine şampuan kokusu eşlik ediyordu. Çiçeklerin yeni koparılmış gibi yaydığı kokuya benziyordu. Ortamda var olan tüm o ağır kokuyu hafifletiyordu. Başımı sola çevirdiğimde irkildim. Genç bir kadın hareketsiz yatıyordu. İki kişi de onu yıkıyordu. Korktum. Monitörden gelen bip sesleri yerini dit sesiyle değiştirmişti.

Sırada ben mi vardım?

Korkudan başımı kımıldatamayan bir taş gibi sadece tepemde sallanan kan ve serum şişelerini izliyordum. Korkum giderek artıyordu.

Ölmüş müydü?

Sıra bende miydi?

Ölüyor muydum?

Ailem ne olacak?

Annem kahrolacak, kızımsa annesiz kalmak için çok küçük. Eşim ne yapacak, bunu nasıl göğüsleyecek?

Yaşadığım korku, çaresizlik, yalnızlık üçgeni etrafımda büyüyen koca bir ağacın kökleri gibi içine çekiyordu.

Yakınımda yankılanan bip sesleri artıyordu. Daha da dibe çekiliyordum.

Aniden omuzumda yumuşak, sıcacık, yasemin çiçeği kokan bir el hissettim.

Etrafımda bulunan onca ölüm kokusunun içinde afalladım.

Başımı kaldırdım. Gencecik bir kız çocuğu parıldayan gözleriyle bana bakıyordu.

Aniden,

 -Ben Yaren, aramıza tekrar hoş geldin, dedi.

Seni yıkamamı ister misin? diye sordu ince ve nahif sesiyle.

Konuşma yetimi kaybetmiş gibi kıza bakıyordum. Bir yudum su içirdi.

-Eşim nerede?

-Dışarıda seni bekliyor.

-Görebilir miyim?

-Burası dahiliye, yoğun bakıma sadece sabah görüş saatinde gelebilir.

Yıkılmıştım.

Zamanın ne kadar uzun olduğunu, bir dakikanın bir gün batımından daha uzun olabileceğini o an anladım.

Bir yanınız yalnızlık, bir yanınız sessiz koca bir kalabalık.

O hareketli ortamda ölümün hareketsizliği hüküm sürüyordu.

Bir durak olsaydı burası, ölümden önceki son durak olurdu. Çoğumuzun yavaşça her şeyini yitirdiği son yer olurdu.

 

“Yalnızlığın

Zemheri soğuğunun

İlk adımıdır.”

 

Zamanın sonu olduğunu düşündüğüm anda bunun aslında sonun başlangıcı olduğunu öğrenmem.

Makine sesleri artık birer hayata dönüş melodisiydi. Aileme kavuşmam için zamanın ilerlediğinin habercisiydi.

Gözlerimi kapattım. Uykuya dalmadan önce zihnim de bir Nazan Öncel şarkısı dönüyordu. “Bende bir resmin var yüzüme bakmıyor.”

Kendi çocukluğumun melodileri arasında ailemle, kızımla beraber geçireceğim güzel günleri düşlüyordum.

Bu kapıdan dışarı attığım ilk adımda, dünyayı yeniden kucaklayacağım. Ağaçlara sarılıp kuşlarla şarkı söyleyeceğim, daha çok çiçek koklayıp daha çok seveceğim; önce kendimi.

“Sabahın soğuğu içine sızdığında

Yediğin ayazla başlarsın hayata.”

Bu yazı Öykü kategorisine gönderilmiş ve ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir