Haiku Nedir?

Haiku

Haiku; 16. yüzyılda ortaya çıkıp 17-19. yüzyıllarda gelişen üçlü dizelerle yazılan, 17 heceden (5/7/5) oluşan, konusunu genellikle mevsimlerden, yılın ilk ayından, doğadan ve insandan alan lirik bir Japon şiir tarzıdır. Birinci ve üçüncü dizeleri beşer, ikinci dizesi ise yedi hecelidir. Hokku, hayku, haikai da denilir. Bu şiirlerde çoğu zaman Budizm, Taoizm ve yerel inançları simgeleyen doğa imgeleri kullanılır. Japon edebiyatına özgü bu şiir biçimi, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Batı ülkelerinde de belli bir yaygınlık kazanmıştır. Gelmiş geçmiş en önemli haiku şairleri; Matsuo BaşoTaniguçi BusonKobayaşi İssa ve Masaoka Şiki gibi Japon şairlerdir. Türkiye’de Türk şiirinde haiku tarzında şiirler yazmış olan bazı şairler şunlardır: Orhan Veliİlhan BerkSina AkyolTurgay KantürkCoşkun YerliEnis BaturMustafa Közİbrahim BerksoyOruç AruobaGökçenur Ç. ve Kadir Aydemir. Tanka şiiri ise yine Japonların çok sık kullandıkları 7 dizelik bir şiir şeklidir. Bu dizelerin birinci ve üçüncüsü beş, diğerleri yedi hecelidir. Toplam 31 heceden oluşmaktadır. Renga şiiri de haiku ve tankalara eklenebilir.

Haiku kategorisine gönderildi | , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Solucanın Şiiri: Haiku – Kadir Aydemir

Ali Elmacı

Haiku; nasıl sade ve narin bir şiir. Fazla sözü ve kabalığı kaldırmıyor yapısı. O, doğa ve insan arasında bir köprü şiiri adeta. Japonca ve Türkçenin yapısal farkları dolayısıyla 5-7-5 hece sistemiyle değil de, daha kurgusuz ama savruk olmayan haiku şiirlerini seviyorum. 5-7-5 yapıyla, kendi kendine doğarsa şiir, elbette ki daha da güzel.

Haiku yalın doğa şiiridir. Zorlamaya, masa başı eziyete pek gelmiyor. Düşünün; yağmur
yağıyor ve eski bir sokakta yürüyorsunuz. Şemsiyeniz açılmıyor. İşte o an yağmurun ne kadar güzel olduğunu “duyumsuyorsunuz”… Yağmuru ve havada asılı olan milyonlarca su taneciğini, belki de içlerinden birini düşünüyorsunuz. Bir su taneciği nedir ki? Ama bütün dünya yansıyabilir onun yüzüne. Küçük bir böcek için dev bir dalgadır o. İşte haiku şiiri, gelişmiş bir algı biçimi istiyor şairde. Şair görebilmelidir bir kartal gibi. -Yağmura dönelim. Her yer ıslak, yağmur durdu bakın, solucanlar uzayıp gidiyor oysa. Kent insanı apartmanlarda, eviçlerinde bir duvar kenarındaki örümceğe ve onun yuvasına bile tahammül edemiyor. Küçük sinekler: İğrenç. Arılar: Öldürülmeli! Okumaya devam et

Haiku kategorisine gönderildi | , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Haikuda Sabi – Gökçenur Ç.

Arthur L. Flory

Japonca bir sözcük olan Sabi, Haiku geleneğinin eşsiz ve yaşamsal bir bileşenidir. Sabi de, Japon sanatlarında yer alan diğer kavramlar gibi, batılı anlaklar tarafından güçlükle kavranabilir. Yine de bu zorluğa göğüs germeye, terimin yanıltmacı ve gizemiyle başetmeye çalışalım.

R. H. Blyth Doğu Kültürü adlı kitabında “söylenebilen şey Sabi değildir” demişti. Bu yorum düşüncelerin uzdilli bir biçimi olarak Zen “sözcüksüzlük” ‘ünü anlayan bir Haijin’e hiçbir engel getirmez. Örnek olarak Kishu’nun şu şiirini ele alalım,

Güz ikindisi
tek çığlık atmadan
bir karga geçiyor.

En derin gerçekler imgesizdir, dile getirilmemiş olandan doğmuştur ve haiku’nun sözcüksüz katmanına aittir. Bununla birlikte her sözcük gereklidir haiku’da Okumaya devam et

Haiku kategorisine gönderildi | , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Çiçekler – Alice Walker – Çeviren: Güneş Soybilgen

Evren Erol

Tavuk kümesinden domuz ağılına, oradan da füme odasına doğru seke seke giden Myop hiçbir günün bu yaşadıkları kadar güzel olmadığını hissediyordu. Havada burnunu kamaştıran keskin bir şeyler vardı. Mısır, pamuk, fıstık ve kabak hasadı, her bir günü çenesinden yukarıya doğru minik titreşimlere neden olan altın sarısı bir şaşkınlığa çeviriyordu.

Myop, beraberinde kısa, budaklı bir sopa taşıyordu. Rasgele hoşuna giden tavuklara doğru hamle yapıyor, domuz ağılının etrafındaki çite vurarak bir şarkının ritmini çalıyordu. Ilık güneşin altında kendini hafif ve iyi hissediyordu. On yaşındaydı ve hayatında şarkısından, koyu kahverengi ellerindeki sopadan ve eşlik ettiği lay-la-la-la-la’dan başka hiçbir şey yoktu. Okumaya devam et

Çeviri Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın

Mavi Yelkenli – Mine Ölce

Luigi Rus Solo

Niçin geldim buraya? Köklerimi bulmaya değil elbette ama içimdeki yabancıyı görüp de tanımaya mı geldim acaba?

Çocukluğum mavi bir yelkenliydi eskiden, denizlerde köpükler içinde. Soldu sonradan. Siyah beyaz bir fotoğraf sadece, gümüş çerçevesi kırık. Altı yaşımdaymışım, başımda gümüşler harelendiğinde. Ardından kaza ve kimsesizlik. Dantelli kesilen çocukluğum, köşelerinden batıyor içime. Yirmi sekiz yaşımdayım şimdi ve içim dışım dolu, isyanlı köpüklerle.

Niçin geldim tam da buraya? Belleğim köpüklerde mi öldü acaba?

Saklambaç mı oynuyor anılarım? Bir varlarmış, bir yoklarmış. “Saklanmayan ebe,” demedim ki ben daha? Ne olur, çıksanıza! Oğlumun; şampiyonluk maçı var, onu ilk emzirdiğim an yok! Dondurma için yalvarışı var, dudağının kenarına bulaştırarak yemesi yok! Mavi yelkenli kıyıya yanaşmış ve ruhumu çekip almış sanki. Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | 5 Yorum

Başka Dünyaların Haiku’ları – İbrahim Berksoy

1.
Başka Dünyalar…

Haiku, üç dizelik kısacık bir şiir türü. “Go-Shichi-Go” (beş-yedi-beş) hece ölçüsüne göre yazılan bu geleneksel Japon şiir tarzına duyulan ilgi giderek artıyor. Haiku da tıpkı sushi (çiğ balık yemeği) gibi okyanusları aşıp “başka dünyalar”a yelken açmakta.

Yüzyıllardır bir adada içe dönük bir hayat yaşamış olan Japonların başka dünyalara açılma serüveni imparator Meiji’nin 1868’de ülkede restorasyon dönemini başlatmasına dek uzanır. O günden bu güne geçen 135 yıl gibi kısa sayılabilecek bir süreçte Japonya başka dünyaları anlama ve kendisini başka dünyalara anlatmada doğrusu epey yol aldı.
Okyanuslarla çepeçevre kuşatılmış, adeta doğal yalnızlık sınırları içerisinde yaşayan Japonların bugün kendine özgü geleneksel değerleri “başka dünyalar”a taşıyabilmesi; yüzyıllardır geleneksel Japon tarzı hayatların göstergesi olagelmiş simgelerin, sözcüklerin, kavramların, bu değerlerin yabancısı “başka dünyalar”ca benimsenerek pek çok ülkede kısa sürede popülerleşmesi öncelikle toplum ve iletişim bilimleri açısından ilgi çekici olsa gerek. Okumaya devam et

Haiku kategorisine gönderildi | , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Eski Zaman Havuzu Haiku – Seyhan Erözçelik

Divan şiiri imparatorluğun şiiriyse, geleneksel Japon şiiri de öyledir; ne ki anlamakta güçlük çekebileceğimiz bir garip imparatorluğun, orospudan imparatora dek her kesimden insana şiir yazdırabilen, çay içmeyi bile bir tören havasına yücelten güneş imparatorluğunun(1) yahut ‘göstergeler imparatorluğunun’ şiiri. Dilin ve toplumun yapısı, öğreticilikten kaçınan bu şiiri bir tür incelik gösterisi haline getirmiş; şairler imgeleri, somut ayrıntılar biçiminde ve betimlemeden çok mecazi ilgiler, izleksel karmaşıklık yerine uyum adına kullanarak, haletiruhiyelerinin adeta, sadece, taslaklarını çiziktirmeyi amaçlamışlar(2); belki de bu yolla şiirde duyguyu keşfediyor gibi görünmüşler. Bu yüzden, şairle nesnesi arasındaki uzaklık Japon şiirinde pek azdır: Japon şairi her nesnenin neredeyse içinde soluduğunu duyar ve onu özenle, sevgiyle besler. Kalemi, kâğıdı yanına alıp doğanın yaşadığı değişimi anında ve yerinde saptamak için kırlara şiir gezintilerine(3) çıkan insanların, nesnelere böyle yaklaşmaları şaşırtıcı değil aslında. Japon şairinin bile-isteye içine düştüğü yanılsama da, Avrupalılara uzun süre yabancı gelmiş. Moritake’nin(4) Kelebek şiirindeki yanılsaması bu açıdan çok belirgindir:

Dalına uçtu yeniden,
yere düşmüş bir çiçek!
Çırpınan bir kelebekmiş heyhât!
-Moritake Okumaya devam et

Haiku kategorisine gönderildi | , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Şafağın Değirmeni – Güneş Soybilgen

Ali Elmacı

Otuz yılı anca bulan hayatımın ilk anısı anneme dair. Ona sorsanız bunun doğru olmadığını söyler. Fakat haklıyım, biliyorum. Annem diyor ki bu hatıra zihnimin bana bir oyunuymuş. Bu sözüne asla inanmadım. İnanmayacağım da, çünkü gerçek olduğundan eminim. Görüntü dün gibi gözümün önünde, zihnime kazılı olduğuna göre gerçek olmayıp ne olacak ki.

Daha dört yaşına girmemiş olmam lazım. Kışın doğmuşum, o sırada yazı yaşıyoruz. Üzerimde annemin diktiği sarı şortlu tulum var. Atkılı kırmızı pabuçlarımla sessizce evden ayrılıp karşıda uzanan uçsuz bucaksız ormanın içine daldığımı çok net hatırlıyorum. Nasıl oluyor bilmiyorum ama ayaklarımın altında çıtırdayan çam iğnelerinin ve yerde birikmişyaprakların sesi şu an da kulaklarımda. Ağaçların o mis gibi kokusunu hâlâ içime çekebiliyorum. Muazzam yükseklikteki o ağaçlar güneşle aramda kalkan olmuş, aşağısı olduğu gibi gölge, loş. Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | 6 Yorum

Kim Olduğumu Hatırladığımda – Songül Özgün

Gözlerimi açtığımda her yer karanlıktı, monitörlerden yayılan ışıklar, yankılanan bip sesleri yükseliyordu.

Neredeydim?

En son eşimle odada sohbet ediyordum.

Ne zaman buraya gelmiştim?

Eşim, arkadaşım neredeydi?

Neden her yerime bir şeyler takılıydı?

Burun deliklerim bile nasibini almıştı.

Dışarıdaki hayattan çok uzaktaydım. Bu his, yabancılık hissi, üzerimde ki yorgunluğumdan bile daha ağırdı.

Uyumak için gözlerimi kapattım. Dalamıyordum. Birileri fısıltıyla konuşuyordu. O sırada yoğun ilaç kokusunu yavaşça silen su sesine şampuan kokusu eşlik ediyordu. Çiçeklerin yeni koparılmış gibi yaydığı kokuya benziyordu. Ortamda var olan tüm o ağır kokuyu hafifletiyordu. Başımı sola çevirdiğimde irkildim. Genç bir kadın hareketsiz yatıyordu. İki kişi de onu yıkıyordu. Korktum. Monitörden gelen bip sesleri yerini dit sesiyle değiştirmişti. Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | 2 Yorum

Mustafa’nın Canı Tatlı Çekemez mi? – Hasip Bingöl

İbrahim Çallı

Kargalar henüz bokunu yememiş, sokak lambaları henüz uyumamışken sabahı karşılar Mustafa. Aslında sabahı kendisiyle dolaştırır demek daha doğru. Herkesin dün bıraktığı yerden devam ettiği bu gayya kuyusunda, Mustafa sanki hiç başlamamış bir hikâyeyi yaşıyor. Üsküdar’ın sokaklarında bir gölge gibi süzülen Mustafa, ne tam deliydi ne de akıllı denebilecek biri. Arada mendil satar, bazen de, “Borç ver, geri vermem,” diye tanıdıklarından bir şeyler ister. Tanıdık dediysem, “Mustafa nasılsın?” diyen herkes onun için tanıdıktı.

Gömleğinin cebinden dışarı fırlayacakmış gibi duran, kimsenin bozuk paraya bile değişmediği buruşmuş kâğıt paralar; eski ceketinin cebini şişiren metal kordonu iyice solmuş kadın saati ve elinde emanet duran selpaklarla Nizam’ın çaycısına söylene söylene daldı. Ağızdan dökülen her bir kelime buzları yeni çözülmüş, şıplayarak yere damlıyordu. Çaycı Nizam, Mustafa’nın yegâne serveti olan tatlı dilinin buzlarını çözdürmek için hemen bir çay verdi, yanına da bir parça limon. Limon olmadı mı Mustafa çayı öylece bırakır, tek kelime etmeden çekip giderdi. Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın