Ağaç Okuyan – Gabriel OrGrease – Çeviren: Güneş Soybilgen

İhtiyar ıhlamur ağacının yol yol olmuş kabuğunda ben okurken bir ağabey trende küçük kız kardeşine ona kadar sayıyor kız yerinde duramıyordu koltuktan inip sonra koltuğa geri çıkıyor koridorda düşüyor ağabeyine sataşıyor sonra dirsekleriyle yolculara çarpıyordu kimi ona gülümsüyor kimi irkilip yüzünü buruşturuyor ya da eleştiren bakışlarla bakıyordu belki başa bela olduğunu düşünüp kendi çocuklukları ağaçlara tırmandıkları zamanlar akıllarına gelip gözlerini kapatıyor uykularına geri dönmeye çalışıyorlardı ye deyince soğumuş patates kızartmalarını kâğıda sarılı hamburgerlerini yediler kız bağırıyor mızmızlanıyordu koyu kahverengi gazozlarını yerlere döktüler ağabeyin tek istediği kendi koltuğunda oturmaktı onu aşağıya doğru ittirip başından attı kız da çocuğun kendi yerindeki yaprakları kaptı ve yolcular her durakta biraz daha azaldı banliyö treni demiryolunda doğuya doğru kaydıkça nihayet küçük çocuk yalnız başına oturma fırsatını yakaladı kaykılıp uyuyakaldı mezarlıktaki çimenliğin oradaki yaşlı ıhlamur ağacını geçerken yol iyice sessizliğe bürünmüştü ben ikindi penceresinden yansıyan metalik gün ışığında okuyordum.

Gabriel OrGrease – Çeviren: Güneş Soybilgen

Çeviri Öykü kategorisine gönderildi | , ile etiketlendi | Yorum yapın

Belki de Öyle – Oğuzhan Akay

Âdet kanının boşaldığı bir koridorda dışarıya çıkmak için çabalıyordum. Gazete vardı elimde ve korunmaya çalışıyordum. O kent, bir sahil kentiydi. Koridordan çıktığımda. Şöyle uzun bir U çizen sahili vardı. Ama kent iyiydi de  sorunlar bitmiyordu. Valizlerimi kaybetmiştim. Yolda. Hiç de hatırlamıyordum bu nasıl oldu.

Sonra şunu gördüm. Kentin üzerine her şeyi unutmaları için bir ilaçlama yapılmıştı. -Genel bir bellek kaybı içinmiş bu… Valizler orada duruyordu tam da bir sokağın köşesinde. Gidip aldım. Nereye gidecektim kendimden başka? Kent, boktan bir kara kaplı defter gibi duruyordu. Acaba onu okumam mı gerekiyordu, yoksa videosu daha mı çok dikkat çekerdi? Kent nasıl okunurdu acaba? Sonra sevgilimi aramak istedim. Aradım da. Hiç beklenmedik şey şuydu. Yanıt geldi. Orda Seda var mı dedim. Hani şu gözleri şaşı olan mı dedi, ses. Hayır, dedim. Ha, o 8 numara, dedi. Bağlantı koptu. Sonra, sonrası daha karışık. O sahilleri yüzmüştüm daha önce o kentte. O trenleri zor yakalamıştım. Genelde de gittiğim yerlerde taksi yoktu. Belki de hayat, senaryosu düzgün olduğu için vardı. Bu kadar, probleme de gerek yoktu.

Belki de!

Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın

Bergin Azer’le Söyleşi – Kadir Aydemir

Bergin Azer

Bergin Azer’le Yitik Ülke Dergi için konuştuk.

Söyleşi: Kadir Aydemir

*

-Kitaplarınızın aklınıza doğuş hikâyelerini ve gerçeğe dönüşme yolculuğunu bizimle paylaşır mısınız? 

Kitaplarımın hepsi biyografik tarihi roman türünde. Son çıkan kitabım Bir Adam Beş Hayat aslında ilk yazmaya başladığımdı. O kadar çok katmanlı, farklı ülkelere yayılmış bir hikâyeydi ki, çok zorlandım. Araya diğer kitaplar giriverdi. Zaten hepsi belli dönemlerde kısa ama uzun örtüşüyor.

Hikâyelerin hepsini günlükler, mektuplar ve dönem gazete ve olaylarıyla harmanlayarak oluşturdum. Ön planda kişinin hayatını işlerken, arka planda ülkemizde olanları, değişimleri yazdım. Bir nevi sıkıcı olmayan tarih dersi gibi olsun istedim. Kullandığım mektuplar, söz uçar yazı kalır lafının ne kadar doğru olduğunun kanıtı.

Çocukluk arkadaşım, dostum, sırdaşım Mehmet Hürbaş’ı çok zamansız kaybettik. Kızı, gençlik anılarımızı sorunca, onun için yazdığım notlar, Bir Diplomat Çocuğunun Anıları‘na dönüştü, zaten o kitabı Memo’nun aziz hatırasına adadım. Okumaya devam et

Söyleşi kategorisine gönderildi | , ile etiketlendi | Yorum yapın

Vera’nın Peçorin’e Mektubu – Mihail Yuryeviç Lermontov – Çeviren: Merve Ay Karakuş

Mihail Yuryeviç Lermontov

VERA’NIN PEÇORİN’E MEKTUBU*

Bir kez daha görüşemeyeceğimizden emin olarak yazıyorum bu mektubu. Birkaç yıl önce senden ayrıldığım zaman da aynı şeyi düşünmüştüm aslında fakat kader beni bir kez daha sınamak istedi; bu sınav karşısında güçsüz kaldım ve zavallı yüreğim ta derinlerinden gelen o tanıdık sese boyun eğdi yeniden… Beni bu yüzden küçümsemezsin, değil mi? Hem veda hem de bir itiraf mektubu bu aslında: Kalbimin seni sevdiği andan itibaren ruhumda biriken her şeyi sana söylemek zorundayım. Diğer bütün erkekler gibi davrandın sen de bana, bunun için suçlamayacağım seni. Beni bir malınmışım gibi sevdin, yoklukları hayatı monotonlaştıran ve birbiri ardınca öylece sürüp giden sevinçlerin, endişelerin ya da üzüntülerin kaynağı olarak gördün. Bunu daha en başında anlamıştım… Ama sen mutsuz bir adamdın ve bense kendimi bu mutsuz adam için feda ettim. Bir gün bu fedakârlığımı takdir edeceğini ve hiçbir koşula bağlı olmayan derin şefkatimi anlayacağını umarak… O zamandan bu yana çok zaman geçti: Ruhunun bütün sırlarını öğrendim… ve bunun boş bir umut olduğunu anladım. Öyle acıydı ki! Ama aşkım ruhumla bütünleşmişti: Ruhumla beraber karardı, ama asla tamamen sönmedi. Okumaya devam et

Deneme kategorisine gönderildi | , , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Boris Vian’dan Mektup – Aslı Erten Çokça

Nicolas de Stae

Aziz Dostum,

Bu yaz Paris hiç olmadığı kadar nemli ve sıcak. Yorgun olan kalbimi iki adım yürüyüş bile perişan ediyor. Ama hemen endişelenme, son görüştüğümüz zamandan çok daha iyiyim. Gözümü açtığımda kendimi bir ayçiçeği tarlasında bulmuyorum en azından. Sefil hayatımı düzene soktum sayılır. Günlerimin çoğunu evimin duvarları arasında trompet çalarak ve yazarak geçiriyorum.

Kitap bu defa beni çok zorluyor. Bazen gece gündüz ayırt etmeden sanrıya kapılmış gibi yazıyorum. Uykusuzluktan halüsinasyonlar görüyor, gerçekle hayali birbirine karıştırıyorum. Sonra bir anda her şey susuyor içimde. Acıtan bir sessizlik başlıyor. Ucundan yakalamaya çalıştığım görüntüler, konuşmalar zift dolu karanlık bir kuyuda yitip gidiyor, yakalayamıyorum. O zaman da sadece müzik yapmak istiyorum. Kafamın içinde sürekli yeni melodiler. Kıskanç iki sevgili arasında paylaşılamayan adam gibiyim. Bazen hangisinin kolundayım bilemiyorum. Biri alıyor öteki bırakıyor. Hep aldatıyormuş hissi ile yaşamak çok zor. Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | , ile etiketlendi | Yorum yapın

Rumca Söylenen Şarkı – Güven Pamukçu

Kuzma Sergeevich Petrov-Vodkin

Köşelerine baktım. Yükselen kısımlarına…
…ne dersiniz ona: prizma mı? Ben isim veremem şimdi.
Bilmiyorum çünkü. … Öyleyse onun dik kesiti gibi.
Dışa bakan.
Duvarın…
…duvarların! İnsanlar geçsin diye, arabaların;
at, öküz arabalarının…
Yerler mi? İncelikli; oluklu, taş döşeme… …sokaklar!
Dar!

(Sen bu sokaklarda yürümüş müydün; adını hayal ettiğim…?
Yürüyüp… …kavuşmayı… Kavuştun mu? O da sana.
Harnubun dalları arasına saklanıp soyundunuz muydu?
Çıkarıp vücudunuzu ortaya, -dalların arasında hem de
gecenin içinde -oraya…)
Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | 1 Yorum

Haiku Nedir?

Haiku

Haiku; 16. yüzyılda ortaya çıkıp 17-19. yüzyıllarda gelişen üçlü dizelerle yazılan, 17 heceden (5/7/5) oluşan, konusunu genellikle mevsimlerden, yılın ilk ayından, doğadan ve insandan alan lirik bir Japon şiir tarzıdır. Birinci ve üçüncü dizeleri beşer, ikinci dizesi ise yedi hecelidir. Hokku, hayku, haikai da denilir. Bu şiirlerde çoğu zaman Budizm, Taoizm ve yerel inançları simgeleyen doğa imgeleri kullanılır. Japon edebiyatına özgü bu şiir biçimi, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Batı ülkelerinde de belli bir yaygınlık kazanmıştır. Gelmiş geçmiş en önemli haiku şairleri; Matsuo BaşoTaniguçi BusonKobayaşi İssa ve Masaoka Şiki gibi Japon şairlerdir. Türkiye’de Türk şiirinde haiku tarzında şiirler yazmış olan bazı şairler şunlardır: Orhan Veliİlhan BerkSina AkyolTurgay KantürkCoşkun YerliEnis BaturMustafa Közİbrahim BerksoyOruç AruobaGökçenur Ç. ve Kadir Aydemir. Tanka şiiri ise yine Japonların çok sık kullandıkları 7 dizelik bir şiir şeklidir. Bu dizelerin birinci ve üçüncüsü beş, diğerleri yedi hecelidir. Toplam 31 heceden oluşmaktadır. Renga şiiri de haiku ve tankalara eklenebilir.

Haiku kategorisine gönderildi | , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Solucanın Şiiri: Haiku – Kadir Aydemir

Ali Elmacı

Haiku; nasıl sade ve narin bir şiir. Fazla sözü ve kabalığı kaldırmıyor yapısı. O, doğa ve insan arasında bir köprü şiiri adeta. Japonca ve Türkçenin yapısal farkları dolayısıyla 5-7-5 hece sistemiyle değil de, daha kurgusuz ama savruk olmayan haiku şiirlerini seviyorum. 5-7-5 yapıyla, kendi kendine doğarsa şiir, elbette ki daha da güzel.

Haiku yalın doğa şiiridir. Zorlamaya, masa başı eziyete pek gelmiyor. Düşünün; yağmur
yağıyor ve eski bir sokakta yürüyorsunuz. Şemsiyeniz açılmıyor. İşte o an yağmurun ne kadar güzel olduğunu “duyumsuyorsunuz”… Yağmuru ve havada asılı olan milyonlarca su taneciğini, belki de içlerinden birini düşünüyorsunuz. Bir su taneciği nedir ki? Ama bütün dünya yansıyabilir onun yüzüne. Küçük bir böcek için dev bir dalgadır o. İşte haiku şiiri, gelişmiş bir algı biçimi istiyor şairde. Şair görebilmelidir bir kartal gibi. -Yağmura dönelim. Her yer ıslak, yağmur durdu bakın, solucanlar uzayıp gidiyor oysa. Kent insanı apartmanlarda, eviçlerinde bir duvar kenarındaki örümceğe ve onun yuvasına bile tahammül edemiyor. Küçük sinekler: İğrenç. Arılar: Öldürülmeli! Okumaya devam et

Haiku kategorisine gönderildi | , , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Haikuda Sabi – Gökçenur Ç.

Arthur L. Flory

Japonca bir sözcük olan Sabi, Haiku geleneğinin eşsiz ve yaşamsal bir bileşenidir. Sabi de, Japon sanatlarında yer alan diğer kavramlar gibi, batılı anlaklar tarafından güçlükle kavranabilir. Yine de bu zorluğa göğüs germeye, terimin yanıltmacı ve gizemiyle başetmeye çalışalım.

R. H. Blyth Doğu Kültürü adlı kitabında “söylenebilen şey Sabi değildir” demişti. Bu yorum düşüncelerin uzdilli bir biçimi olarak Zen “sözcüksüzlük” ‘ünü anlayan bir Haijin’e hiçbir engel getirmez. Örnek olarak Kishu’nun şu şiirini ele alalım,

Güz ikindisi
tek çığlık atmadan
bir karga geçiyor.

En derin gerçekler imgesizdir, dile getirilmemiş olandan doğmuştur ve haiku’nun sözcüksüz katmanına aittir. Bununla birlikte her sözcük gereklidir haiku’da Okumaya devam et

Haiku kategorisine gönderildi | , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Çiçekler – Alice Walker – Çeviren: Güneş Soybilgen

Evren Erol

Tavuk kümesinden domuz ağılına, oradan da füme odasına doğru seke seke giden Myop hiçbir günün bu yaşadıkları kadar güzel olmadığını hissediyordu. Havada burnunu kamaştıran keskin bir şeyler vardı. Mısır, pamuk, fıstık ve kabak hasadı, her bir günü çenesinden yukarıya doğru minik titreşimlere neden olan altın sarısı bir şaşkınlığa çeviriyordu.

Myop, beraberinde kısa, budaklı bir sopa taşıyordu. Rasgele hoşuna giden tavuklara doğru hamle yapıyor, domuz ağılının etrafındaki çite vurarak bir şarkının ritmini çalıyordu. Ilık güneşin altında kendini hafif ve iyi hissediyordu. On yaşındaydı ve hayatında şarkısından, koyu kahverengi ellerindeki sopadan ve eşlik ettiği lay-la-la-la-la’dan başka hiçbir şey yoktu. Okumaya devam et

Çeviri Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın