Aramızdaki Kapı – Mieko Kawakami – Çeviren: Hatice Kurun

Nihal Martlı

Apartman dairem, bilmem kaç yıl önce inşa edilmiş, tek katlı, yan yana iki ayrı bölmeden oluşan, artık kimsenin yaşamadığı yıkık dökük evlerin arasında sıkışıp kalmış, eski bir ahşap binanın içinde yer alıyor. Birbirine yaslanmasalar çoktan çökmüş olacak üç eski barakayı gözünüzün önüne getirin; işte manzara tam da bu. Yaşam alanım, bir tatami [1] odası, tek gözlü bir ocakla yetinen minicik bir mutfak ve damlatan bir duş kabininden ibaret. Bir tane bile depolama alanı yok. Arka tarafta, çamaşır kurutmak için ayrılan daracık yer neredeyse tamamen klimayla kaplı ve arkamdaki evin duvarı üzerime doğru yaklaşıyormuş gibi hissettiriyor.

Ben taşındığımda yan dairede bir kadın yaşıyordu, ama emlakçı adını vermemişti; kapısındaki isimlik güneşte solmuş, boş ve sararmıştı. Onunla hiç muhabbetimiz olmadı. Tombulca bir kadındı; uzun ama bakımsız, dağınık saçları vardı, hep aynı kıyafetleri giyerdi. Yargılamak bana düşmez belki ama, düzenli bir hayatı olduğunu ya da temizliğe önem verdiğini söylemek zor. Onu ziyarete gelen de olmazdı. Onu her gördüğümde, kambur duruşunda hayata karşı kayıtsızlık mı vardı, bitkinlik mi, yoksa çoktan vazgeçmişlik mi, belki de hepsi birden, bunu ayırt edemesem de, o çökkün hâli bir şeyler fısıldardı bana. Okumaya devam et

Çeviri Öykü kategorisine gönderildi | , , ile etiketlendi | 1 Yorum

Saçlar Saçlar Saçlar – Kadir Aydemir

İbrahim Çiftçioğlu

Kapı kilidinin dili yerine oturdu, çelik yığın homurtuyla kapandı, evde ses bitti, terlikler söndü, buzdolabı durdu, dudak izi olan bardaklar bana bakıyordu, evdeki iki canlıdan biri uçan sinek diğeri de kaktüsümdü, kaktüs zaten lanetlenmişti biliyordum bunu, ama sinek bile sustu, oysa evde ses olmazsa yaşayamam ben, kendimle ne yapabilirim ki, zavallı bir et yığını, gittikçe kocayan bir beden; ayakta durdum, odaya baktım, hiçbir şey istemiyordu canım, dışarda yorgun bir yüzle seğirten eskici, camın ardında donan bir kedi, küçük bahçemde sürekli yaprak döken yenidünya, neden bilmem öylece kalmıştım sen gittiğinde, bir kusma isteği geldi, ya da ağlamam gerekliydi, evet tuz işe yarayabilirdi, ama ben ne yaptım, dünya sen pembe spor ayakkabılarını giyip evden çıktığında durmuştu zaten, eh, dedim, fişi prize takıp elektrik süpürgesini açmaktansa ellerimle tek tek topladım yere düşen saçlarını; saçlar çoktu, her yer saçtı, kızıl uzantılar, onlar sendin, gitmemiştin ki, benimleydin işte, beyaz bir kâğıt aldım lazer yazıcının önünden, masanın üzerinde biriktirdim topladıklarımı; onlarca saç, toplarken şaşırdım da doğrusu, yatak odası-çarşaf-yer-yastık-hol-mutfak-tuvalet derken neredeyse her yerde seni topladım, bunca saç yan yana gelince zayıf bir ışıltı saçıyordu, gidersen git, dedim sessizliğimi bozup, bir daha özlemem seni, hem neden özleyecekmişim ki? Ben konuşunca hayat normale döndü; kedi yere atladı, sineğin belirsiz vızıltısı havada dağıldı, ağaç rüzgâra tutundu, yapraklar döne döne düştü, eşya gergindi, bardakları çalkalayıp makineye koydum, saçları öpüp çöpe attım. Senin saçların bana iyi geliyordu. Yaşadığımı anlıyordum topladıkça. Çöpü dökmeye çıkmadım, üzerime bir yorgunluk çöktü birden. Morrissey’den bir şarkı açtım. Uyuyup kalmışım uzandığım yerde. Sonraki günlerde de evden ayrılmadım, çöp kovası dolana dek bekledim. Yeni anılara yer açtım. – Kadir Aydemir

Öykü kategorisine gönderildi | , , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Arı Vız Vız Vız – Oğuzhan Akay

Liudmyla Riabkova

Dışarda gördüğüm kadarıyla dünya bizden daha vızıltılı dedi, arı. Dünya ne demek, dedi diğer arı.
Bak şu gördüğün tepeye kadar her yer dünya, dedi ilki. O da olmasaymış, düz olacakmış, dedi ikinci.
Sonra bana döndü ve dedi ki, ben niye ikinci oluyorum en baştan. Şunu doğru yaz.
Peki, dedim. Dışarda gördüğüm kadarıyla dünya bizden vızıltılı, dedi daha önce ikinci olan arı.
Hop! Daha önce ikinci demen bir ayırımcılık, ayrımında mısın yazar?
Bakın bu kadar müdahale ederseniz, yazamam. Hem nerden çıktı, ayırımcılık falan.
Yazar olarak özgür davranamayacak, sözcükleri, karakterleri, olay varsa olayı, yoksa çıkartmayı
yapamayacaksam, bir şey yazılamaz. En en en baştaki arı; bak, dedi, bam teline soktun,
vızıltıyı gediğine, böyle diyerek, diğerine. Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın

Kibele’nin Gözyaşları – Güneş Soybilgen

Pablo Picasso

Antika görünümlü oymalı ahşap kapıdan içeri girdim. Orta yerinde mermerden çeşmesiyle beni karşılayan minik avlunun gerisinde hamam anası oturuyordu. Önünde de kalın mı kalın bir defter. Ters ters beni süzdü. Bir türlü alışamadım bu hamam analarına. Sanki bir genel merkezden titiz elemeler sonucu seçilen, hepsi de birbirine benzeyen hükümet gibi kadınlar. Elimi ayağımı nereye koyacağımı şaşırdım yine. Neredeyse burada yıkanmaya layık olmadığıma ikna olup arkama bakmadan gerisin geri çıkacağım. Neyse ki beni buyur etme yüceliğini gösterdi, adımı o devasa deftere not alıp hamamı işaret etti.

Sol yandaki kapı hamama açılıyordu. Kapıyı yavaşça ittirmemle sıcak hava ve yoğun buharın üzerime saldırması bir oldu. Kısa bir boğuşmanın ardından nihayet içerideydim. İçeride kimsecikler yoktu. Bunun nasıl bir nimet olduğunu benim gibi kalabalık bir ailede büyüyüp kafasını dinlemek için sığınacak tek yeri tuvalet olan bütün garibanlar çok iyi anlayacaktır. Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | 10 Yorum

Bıçağın Gülüşü – Ömer Turan

Necati Seydi Ferahoğlu

kırık bir aynanın uzağında
gecenin yutkunduğuydu ölüm
duvarın soluk alıp verişinde uzayan
ve sıcak kan, yayılırken halının ipliklerine
gölgenin sesi duyuluyor odada

saat durmuş muydu yoksa zaman mı bükülüyor
boşlukta asılı kaldı bir çift ayakkabı
sahibini unutmuşçasına
kapının eşiğinde ölümlü rüzgâr
adı konmamış suçun izini sürüyor Okumaya devam et

Şiir kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın

Hasan’ın Bildikleri – Barış Çağrı Genç

-Elif’e-

Şenol Yorozlu

– Yaptığının hırsızlık olduğunu bilmiyor musun?

Biliyor Hasan. Yan yana gelen harfleri okuyamıyor, parmaklarını kullanmadan toplama yapamıyor, suyun kaç derecede buharlaşacağını bir çırpıda söyleyemiyor belki, ama kulağındaki acıyı biliyor. Çarpım tablosunun yerine, birileri ona bağırırken ayakucuna bakmayı da ezberlemiş çoktan. Lastik ayakkabılarına bakmayıp ne yapacak? Kulağını çekiştiren müdüre mi döndürecek gözlerini, karşısındaki sınıfa mı, öğretmenin yanında duran adama mı? Ezbere bildiğini yapıyor işte; sırasından kulağından çekiştirilerek sınıfın önüne getirilirken yaptığı gibi ayakucuna bakıyor.

– Yanıt versene oğlum; neden hırsızlık yaptın?

Bunu pek bilmiyor Hasan; genelde bildiği yerden sorulmuyor zaten. Tavukların yumurtlarken çıkardığı sesleri sorsalar mesela, onları ürkütmeden kümeslere nasıl girileceğini, kimselere görünmeden orada nasıl uyunacağını… Okumaya devam et

Öykü kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın

Fabl – Mark Twain – Çeviren: Güneş Soybilgen

Jackson Pollock

Bir zamanlar bir ressam varmış. Minicik çok güzel bir resim yapmış, onu aynadan görebileceği bir yere koymuş. “Böylece mesafe iki katına çıkıp resmi yumuşatıyor, öncekinden çokdaha güzel oldu,” demiş.

Ormandaki hayvanlar, bu haberi ev kedisi sayesinde öğrenmişler. Kedi, diğer hayvanlardan büyük saygı görüyormuş, çünkü son derece kültürlü, zarif ve medeniymiş, öylesine nazik ve asilmiş, diğerlerinin daha önce hiç bilmediği ve öğrenince de emin olamadıkları şeyleri onlara anlatabiliyormuş.

Bu yeni dedikodu hayvanları acayip heyecanlandırmış. Onu enikonu anlamak için sorular sormuşlar. Bu resmin nasıl bir şey olduğunu sormuşlar, kedi de anlatmış.

Yassı bir şey,” demiş, “fazlasıyla yassı, fevkalade yassı, büyüleyici şekilde yassı ve zarif. Ve, ah, çok güzel!” Okumaya devam et

Çeviri Öykü kategorisine gönderildi | , , ile etiketlendi | Yorum yapın

Bütün O Kitapları Bir de Uyurlarken Okumak İsterdim – Gökçenur Ç.

Kadir Ablak


bir ben bir de kuş
portakal sanıyoruz
yazın adını

evler bizimle aynı anda uyur uyanır. bu sabah bizim ev birkaç saniye gecikti. uyandığımda havada adlandıramadığım bir tuhaflık vardı. daha ben ne olduğunu anlayamadan ev uyandı. her şey tastamam olunca varlığı yokluğuyla yan yana gördüm. anladım ki evi bir anlığına uyurken yakalamıştım. bunu sana niye anlatıyorsam… belki sadece uyurken evin seni izlediğinden korkmana gerek yok demek için. seni seyreden sadece benim ve kayıt almıyorum. gözlerinin göz kapaklarının arkasındaki hareketinden gördüğün rüyayı anlamaya çalışıyorum. burnun kapandığında aralanan dudaklarına, bükülen ayak parmaklarına, karnının aklığına bakıyorum. sayıklarken onun adını söylemenden ölesiye korkuyorum ama kaçmıyorum. saçlarını okşuyorum. kulağını usulca öpüyorum. çünkü kulak kapıdır sevgilinin kalbine. uyurken göz kapısı kilitlenir. sadece ten kapısından ve kulak kapısından girilir kalbe. ne diyordum, ev uyurken, tanıdığım eve benzemiyordu. bütün o kitapları bir de uyurlarken okumak isterdim. Okumaya devam et

Şiir kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum yapın

Van Gogh’a Mektup – Senem Gökel

Van Gogh

Sevgili Gogh,

O tarlalar boştu da, başaklar hışırdarken ve topraktan yükselen sesler çevrende dans ederken, sen de koştun ve tabancan elindeydi ve bastın tetiğe. Bir kan patladı, elin yukarı titredi, indi. Ah, o başa dert kallavi yaşam, parmak tırmalayan saçaklardan süzüldü. Gök yıldızlandı, bir ışık çevreledi hepsini ve döndüler gözünün önünde. Geceydi ve artık kargalar almıyordu kanatlarının altına sarıdan yüreğini deliliğin. Eve dönüyordun, yuva dedikleri yere, bizi koydukları yere. ​Gogh, boyalarını aldın eline, ağzın bulaştı. İyice delirdi dediler. Tabanca yoktu ve tarlalar değil, bir ahırdı yerleşen omurga kemiğine. Seni ayakta tutan direk. İçine yerleştiğin resim. Yalpalayarak vardığın beyazlık, bir çarşafın altına yerleşti ve içti tütününü. Yirmi dokuz saatin içine sığdığı ve bekleyişin telaşlı bir buruklukla Theo’ya vardığı zamanda, dünya bir ömür daha döndü. Herkes birbirini sevdi, birbirine duyarsızlaştı ve ölüp doğdu yeniden bu saatte. Alev bürüdü saçını, kirpiklerin daha da kızıllaştı.
​Sonra bir ruh boğaza tırmandı ve tünedi oraya.
“La tristesse durera toujours,” kurtardı kendini ağzından.
Gitti, kendini köşedeki askılığa astı. – Senem Gökel

Öykü kategorisine gönderildi | , ile etiketlendi | Yorum yapın

Sabahın Körü – Lawrence Schimel – Çeviren: Gökçenur Ç.

Musa Güney

Alarmı çaldı, ben kalktım. Sabahları tam bir zombi gibidir sevgilim, kahvesine şeker yerine tuz atacak kadar dalgındır ki bunu yapmışlığı var. Mutfağa gidip bir kahve yapıyorum, fincanına hep koyduğu kadar şeker koyuyorum, duştan çıktığında her şey hazır olsun diye. Banyoya girerken gözlerimi yumuyorum, onu çıplak görmemek için değil, ışık uykumu açmasın diye. Çişimi yapıp yatak odasına dönerken kapıyı arkamdan usulca kapatıyorum. Çoktan iki dakika olmuş ama yatak hâlâ onun sıcaklığını koruyor. Çarşaflarda bıraktığı boşluğa kıvrılıp yastığına sarılıyorum. Derin bir nefesle kokusu içime doluyor ve sertleşiyorum. İşte şimdi bir ikilem var elimde: Kendimi tamin mi edeyim, yoksa uykuya geri mi döneyim? 

Lawrence Schimel
Çeviren: Gökçenur Ç.

Çeviri Öykü kategorisine gönderildi | , ile etiketlendi | Yorum yapın